Ümran Avcı – Uzman Psikolog Ceyda Ceylan Kortak’ın gerçek hikâyeleri hayal gücüyle harmanladığı öykü kitabı “İllüzyon” okurla buluştu. Kortak, alışılagelmişin dışına çıkarak kaleme aldığı her bir öykünün sonunda psikolojik analizlere yer verdi. Yazar, kitapta yer alan 16 öyküde ebeveyn reddinden şizofreniye, öğrenilmiş çaresizlikten kurban rolü gibi türlü türlü psikolojik olgu ve hastalıkları merceğine aldı. Kitabın adı için tercih edilen “İllüzyon” ise; hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığının göstergesi niteliğinde.
■ Psikolojik öyküler yazıp ardından da o öyküye yönelik psikolojik analizler yapıyorsunuz. Nasıl çıktı ortaya bu proje?
İlk etapta öyküler yazmak üzere çıktım yola. Kendi hayatımdan, çevremden, dostlarımdan, akrabalarımdan filan. Yazdım yazdım biriktirdim. Sonra baktım ki “İllüzyon” bayağı psikolojik öyküler kitabı diyebileceğim kadar ruhsal tarafı ağır basan bir kitap oldu. Şöyle düşündüm, ben ‘dissosiyatif amnezi’ ya da ‘prosopagnozi’ nedir biliyorum ama okuyan ilk defa karşılaşıyor olabilir. Biraz bilgi de vereyim öykü sonrasında dedim. Böylece psikolojiyi edebiyatla birleştiren daha önce hiç denenmemiş türde bir eser çıktı ortaya.
■ Mesleğiniz gereği türlü türlü hikâyelere tanıklık ediyorsunuz… Gerçek hayatın kurmacadan daha inanılmaz, hayret verici olduğunu düşünüyor musunuz?
Zaman zaman bu kadarı da olmaz ki, dediğim birçok şeye tanıklık ettim. Okurların, “Herhalde öykünün bu kısmı kurmacadır, gerçek hayatta böyle bir şey yaşanmış olamaz” duygusuyla okuduğu bazı öyküler var ki, bunlar maalesef gerçek yaşamdan birebir alıntı. Örneğin, altı aylık bir bebeğin yengesi tarafından öldürülmesini anlatan “Mazlumun Ahı” tamamen gerçek yaşam öyküsü. Kitabın adı “İllüzyon”, “Aslında hiçbir şey göründüğü gibi değildir” düşüncesinden doğdu. Bir öykünün en başında mazlum olarak tanıtılan bir karakterin, öykünün en sonunda aslında bir zalim olduğu ortaya çıkıyor ya da tam tersi. Aslında gerçek hayatta da böyle değil mi? Hayatın kendisi de bir illüzyon bu açıdan bakıldığında.
■ Sert bir öyküyle başlıyor kitabınız, “Sahte Gerçekler”… Öykü kişisi zaman içinde anne babasının gerçek ebeveynleri olmadığına, yıllardır bir yalanın içinde yaşadığına inanmaya başlıyor. Bu sendromu açalım mı biraz?
Capgras sendromunda temel sıkıntı beynin yüz tanıma sisteminde yaşanan bozukluktan kaynaklanıyor. Bu sendromda kişinin yüz tanıma bölgesi olan temporal lob ile duygusal tepkileri verdiğimiz amigdala bölgesi arasındaki bağın kopmuş olduğu düşünülüyor. Yani birey aslında karşıdakinin yüzünü tanıyor, onu anlıyor ama bununla ilgili duygusal süreçleri işleyen bölgede herhangi bir duygu çıkmıyor ortaya. Çünkü bu iki bölgenin bağlantısı yok. Örneğin ben annemi görüyorum, bunun daha önce gördüğüm bir yüz olduğunu biliyor ama herhangi bir duygu hissetmediğim için o kişi bana tanıdık gelmiyor, o yüzden de o kişinin annemi oynayan bir sahtekâr olduğunu düşünüyorum.
Brad Pitt’in hastalığı da öykü konusu
■ Beni en çok şaşırtan öykülerden biri, “Tanıdık Yüzler” oldu. Yüzleri tanıma sıkıntısı yaşayan Mine’nin öyküsü üzerinden ‘yüz körlüğü’ meselesini konuşalım isterim…
Öykünün kahramanı Mine bu sendromdan muzdarip bir kişi ve kayınvalidesini bu yüzden tanıyamıyor. Tüm öykü boyunca bu durum okura, kayınvalidenin haklı olduğu düşünülen serzenişleriyle aksettiriliyor. Öykünün sonunda ise bu duruma psikiyatrik bir sendromun neden olduğu anlaşılıyor. Yüz körlüğü şeklinde de tanımlanabiliyor prosopagnozi… Birey ya doğuştan prosopagnozik bir hasta olarak doğuyor ya da beyin hasarı durumlarında sonradan da ortaya çıkabiliyor. Kişi daha önce gördüğü insanın yüzünü bir daha tanıyamıyor. Bazı prospagnozik kişiler en yakınlarının yüzlerini tanıyabilirken, bazıları çocuklarının bile yüzlerini tanımakta güçlük çekebildiklerini söylüyorlar. Prospagnozi hastalığından muzdarip olduğunu bildiğimiz çok tanıdık isimler var aslında. Bunlardan biri de Brad Pitt. Hatta bir röportajında “İnsanlar beni tanıyor ama ben onları hatırlamıyorum, bu da bazen kibirliymişim gibi görünmeme neden oluyor” şeklinde bir beyanı var ünlü aktörün.