Işık kullanımının olumsuzluğu, bilerek ‘çirkin’ gösterme iddialarının yanı sıra çağdaş siyaset aktörlerinin kendisini nasıl görmek istediği ve kamunun neyi görmesine izin verdiği irdeleniyor.
Fotoğrafların mimarı Christopher Anderson’ın çalışmaları, siyasetin yıllardır PR ekipleri, imaj danışmanları ve dijital filtreler aracılığıyla inşa ettiği parlatılmış yüzeyi bilinçli biçimde hedef alıyor. Bu yaklaşım, fotoğrafçının kendi ifadesiyle “siyaset tiyatrosunun içine sızmak” anlamına geliyor. Bu nedenle Anderson, bu portreleri “Amerikan siyasetinin X-ray görüntüleri” olarak tanımlıyor:
“Gösterilen şey bir ikon değil”
Bu noktada devreye giren temel araç, fiziksel yakınlık. Aşırı yakın plan çekimler, öznenin yüzünü kaçınılmaz biçimde detaylandırıyor. Kırışıklıklar, gözenekler, makyaj kalıntıları, ciltteki düzensizlikler — ışıkla ya da Photoshop’la görünmez kılınan tüm izler. Anderson bu izleri gizlemiyor; bilerek saklamıyor. Çünkü ona göre bu izleri silmek, o anki karşılaşmayı çarpıtmak, hatta düpedüz yalan söylemek anlamına geliyor.
(Fotoğraf: Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt – Vanity Fair)
İnternetteki sert tepkiler tam da bu yüzden ortaya çıktı. Yapay zeka filtrelerinin, sözde ‘kusursuz yüz’ estetiğinin ve sürekli düzeltilmiş görsellerin hakim olduğu bir kültürde, rötuşsuz gerçeklik artık başlı başına bir şok etkisi yaratıyor.
Anderson’ın fotoğrafları, estetikten çok bu kültürel kopuşu görünür kıldı.
Bu yaklaşımın arkasında ise net bir ilke var:
“Politikacılar ünlü değildir.”
Anderson, siyasetçileri ‘celebrity’ (ünlü) fotoğrafçılığının parlatılmış mantığıyla ele almayı reddediyor. Onun düşüncesine göre ünlülerin fotoğrafları imaj üretir; politikacıların fotoğrafları ise kamusal hesap verebilirliğin bir parçasıdır. Anderson bu nedenle politik figürlerin makyajlı vitrinler olarak sunulmasının gazetecilikle değil, propaganda ile ilgili olduğunu söylüyor.
(Fotoğraf: Beyaz Saray Özel Kalem Müdürü Susie Wiles – Vanity Fair)
Öte yandan bu aşırı yakın plan çekimler bağlamı da devre dışı bırakıyor. Arka planlar, ofisler, kurumsal dekorlar bilinçli olarak kadrajdan çıkarılıyor. Geriye yalnızca yüz kalıyor. Bu, siyasetçinin kontrol edemediği nadir alanlardan biri. Zira söylem hazırlanabilir, metin yazılabilir, jestler çalışılabilir; ama yüz, özellikle bu kadar yakından, her zaman kontrol altında tutulamaz. Anderson’ın yarattığı dürüstlük alanı tam da burada oluşuyor.
Bu yüzden Trump yönetimi ve destekçileri, çalışmayı bir itibar suikastı olarak tanımlıyor. Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun bilerek manipüle edildiği söylenen ifadesi, Susie Wiles’ın dosyayı bağlamından koparılmış bir saldırı olarak nitelemesi ya da muhafazakar yorumcuların bunu açık bir ‘smear’ (itibar lekeleme) olarak görmesi, estetikten çok iktidarın imaj kontrolüyle ilgili bir refleksi yansıtıyor.
(Fotoğraf: ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio – Vanity Fair)
Fotoğrafçı ise kendinden gayet emin ve aynı tarzın daha önce Barack Obama, Michelle Obama başta olmak üzere başka siyasi figürler için de kullanıldığını söylüyor. Onun gözünde politikacılar ‘ünlü’ olmadığı için fotoğrafları da“iyi gösterme yükümlülüğü taşımıyor.
Ortaya çıkan çatışma, aslında tek bir soruda düğümleniyor:
Gerçekliğin kendisi bir saldırı olabilir mi…
(Fotoğraf: Beyaz Saray İç Güvenlik ve Göç Politikaları Danışmanı Stephen Miller – Vanity Fair)